4 Aralık 2011 Pazar

Hayat zor diyollaa!... :)

En olup olmadık yerde durup ''Hayat çok zor'' deyip bizi ciddi yüz ifadesiyle yerlere seren  bir arkadaşıma artık gülmeyeceğime dair söz veriyorum kendime …Zira bugün öğleden sonradan beri her üç cümle arasına bunu serpiştirip duruyorum .Nitekim hayatım istemediğim yere gitmesin diye ayak direr oldum.Vay arkadaş, falcı yine yanıldı….





                      




















 Hocanın 4. saate girmek için küçük bir ara vermesiyle birlikte kendimi dışarda buldum.Yangın Kulesini    geçerken hala söyleniyordum  ki telefona attım elimi,bu kadar ısrarla arayan kişi de nasibini almıştı  muhasebeye olan öfkemden haliyle.İlk aradığım numara cevap vermedi,offlaya pufflaya  diğer numarayı çevirdim ki kulağıma  'Doğuş Holding'e Hoşgeldiniz' diye bir  ses çalındı. Ve dırınınınnnn!: Operatöre' beni aramışsınız' diyen tek insan Phyruss!...Evet aynen öyle :S İK'ya bağlandım ismim alındı falan derken karşımdaki ses bana ömür boyu bana acı verecek bir departmandan bahsetti.Tahmin etmeye gerek yok,kendisi az önce dersinden kaçtığım MU-HA-SE-BE! Evet aldığım teklif süper bir yerin muhasebe departmanı stajyerliğiydi de duyunca bir anda sırtımı dikleştirmeme, çenemi yukarı kaldırıp gözlerimi kısmama ve ardından soğuk bir ses tonuyla 'maalesef,muhasebede kariyer yapmak istemiyorum' anatemalı birkaç cümle kurup, şu ana kadar 'yahu, acaba kabul mu etseydim' dedirten muhasebe.Evet bu o!...Vee kader Phyruss'u korkutur! :( Geçen hafta da saatleri uymadığı için Philipp Morris'e 'benim için uygun değil' şeklinde bir red cevabım olmuştu,hala içimde uktedir mesela o.
    En nihayetinde bana 'Muhasebe sevmeyen kızın dramı 'adı altında kitap yazdıracak,belki de yıllar sonra 'bir başarı öyküsü ' başlığında muhasebe ve Phyruss'un anılarını okuyacaksınız.Allahım sen koru yaarebbim;sübhaneke,dinimiz,amin!...
   Neticede hayat zor arkadaşlar,çoook zor!:)






3 Aralık 2011 Cumartesi

gastronomi-2



















      Aslında farklı planlarımız vardı sabah daha erkenden buluşup geziye harika bir kahvaltıyla başlayıp akşam rakı-balık ikilisiyle bitirmek gibi( hatta bu fikre dair baya bir araştırma yapıp önceden aldığımız İstanbul'a ve ona has lezzetlerine ilişkin kitaplardan gideceğimiz yerileri bile belirlemiştik).Heyhat…Nereden bilebilirdik havanın planlarımıza ket vuracağını.Dolayısıyla kahvaltı için 'herhangi biryer' düşüncesi gelişiyor kafamızda.Öncelikli akbil dolumu tabii ki.Fazla fazla doldurmak gerek ki yolda kalmayalım  bilindiği gibi artık iettlerde para geçmiyor.
  Durakta,acaba nereden başlasak diye birbirimize topu attığımızı hatırlıyorum.Kahvaltıyı Beylerbeyi'nde,yok Hisar'da,hayır hayır Çengelköyde yapalım deyip atlıyoruz önümüze çıkan ilk İETT'ye.İtiraf ediyorum bu tarafı sadece deniz tarafından gezince pek bir yabancı hissediyorum kendimi.Zaten günboyu ellerimizde birkaç gün önce aldığımız gezi rehberimiz ve 15 saniyede bir  dalı-ağacı çektiğimiz fotoğraf makinemiz ile yeterli derecede yerli turist görünümü oluşturuyoruz.








                               








  Çengelköy durağında inip,deniz kenarında çay içilebilecek kuru bir cafe arayışlarımız başlıyor bu sefer de.Neyse ki fazla seçeneğimiz yok,birkaç yer eledikten sonra karşımıza Tarihi Çınaraltı Aile Bahçesi çıkıyor.Tabii ben bu güzellik karşısında hemen eriyorum.Buranın dikkatimi çeken özelliği şahane manzarası bir yana müşterilerin yiyeceklerini dışarıdan  getirebilmeleri (piknik usülü yani),fakat çalışanların hassas oldukları konu da su dahil hiçbir içeceğin dışarıdan getirilmemesi.Tabii bunu fırsat bilen Çınaraltının girişindeki 2 yanlı olarak börekçi ve pastane deli gibi iş yapıyorlar.Manyak mısın demeyin kafam farklı çalışıyor işte,aklıma bir soru geliyor,ee ben işletmeciyim napayım:STercihimizi (İtiraf2: Ben zorlamıştım herkesi) kısa bir duraksamadan sonra içerisinden harika kokular gelen börekçiden yana kullanıyoruz.Soğuk,açlık,harika kokular ve hatta açgözlülük derken sanırım biraz fazla abartıyoruz bu börek mevzuunu.






                               

                      





  











  Çınaraltına girince havaya rağmen kapalı kısımda oturmak istemiyoruz,hele de  böylesine güzel toprak ve deniz kokusu varken dışarıda.Kısmen kuru bir masa bulup,çayları söylediğimiz gibi böreklere yumuluyoruz(dışarıdan yiyecek getirip yemek biraz garip gelse de,diğer masaların üstündeki tepeleme simit ve börekler suçluluk hissetmemi hemencecik engelleyiveriyor).Manzarayı anlatmaya gerek yok zaten(yağmurlu bir boğaz manzarası deyip resimlere yönlendiriyorum).








                                                   







                             









                             

   Uzunca bir süre kaybediyoruz orada kendimizi,saati görünce ayaklanmamız gerektiği geliyor aklımıza.Buarada oraya giderseniz soldaki börekçi değil de sağdaki pastaneye bir girin derim.Her ne kadar orası hakkında bi fikre sahip değilsem de, eğer yağlı yiyecekler midenize dokunuyorsa börekçiyi pek de tavsiye etmem.









                              













                              


                             










                  




        











                                          







   Unutmadan!:

1-Yüklediğim fotoların bir kısmını Wiss'in öğretileri eşliğinde ben çekmiştim,biraz acemice ama ilk deneyim işte,olur öyle:) Teşekkürler Wiss!...


 2: Gastronominin 3part halinde yayınlanması planlanmıştır,sonra efendim 'bunun başı yok sonu yok' demeyin ki zaten son olan üçüncü partı henüz yayınlanmadım:))              



 

16 Kasım 2011 Çarşamba

Phyruss in wonderland!

    Sınav dönemini uykusuzluk,kendini bilmezlik,aşırı üşengeçlik(evde bütün işlerden elini eteğini çekme durumu) ve kırk yıl düşünse aklına gelmeyecek şarkılarla insanları hayatlarından bezdirmek şeklinde geçiren Phyruss,aynı dönemi farklı zamanlarda çok da farklı semptomlarla (evde şiddet,ölümüne sorular sorma … gibi) tamamlamaya çalışan 2 genç yavru ile birlikte kalmaktadır.
     Bu yavrular,dönemin ilk haftasını iyi kötü beraber ruh sağlıklarını korumaya çalışarak başarıyla tamamış ve sınav dönemi için gelen ve son haftasına yetişerek bize iştirak edecek olan Teyzz'i beklemeye koyulmuşlardır.Alınan haberle(Bibi'nin orda yapıp gönderdiği çeşitli ve en sevilen ev yemeklerinin geleceği) birlikte  yemek yapma yelpazeleri çok da geniş olmayan bu 3 öğrenci insanı sabahtan beri ağızlarına bir lokma bile koymaz ve ısrarla Teyzz'in geleceği anı beklemektedirler.'Çayı koyun,geldim' çaldırmasının akabinde evde telaş başlar ve bir anda aşağıda taksi belirir.Sonrası koşuşturmaca,sarılmaca,gülmece,eğlenmece.
     Yarım saat içerisinde 2 bavul dolusu anne yemeğinin saldırılmamış olanları buzdolabına yerleştirilmiş,sohbet muhabbet edilmiş ve ortalık toplanmıştır.Buzdolabına gözleri yuvalarından çıkmış halde bakan Phyruss ve Cens'e ,Teyzz'denbir çığlık kopar:'Hadi kızlar yarın erken kalkıcaz!'…
       İşte bu çığlık önümüzdeki on gün içerisinde erken yatıp erken kalkılacağın,üç öğün düzenli anne yemeği yeneceğinin,her daim toparlı bir odanın ve sürekli eleştirinin sesidir aslında.Aynı zamanda 'bütün ipler bende'nin başka bir versiyonudur:) Çok fazla maruz kalınması durumunda intihar eğilimlerine neden olsa da aslında içten içe hep sevilir,ve hatta uzun süreli yokluğunda özlenir:)
    O değil yaa rüya gibi nasıl güzel bir duygudur o,uzun süredir  gidemedik ama birileri İskenderun'u bizim buzdolabına getirmiş:) Teşekkürler Bibi-Teyzz,yarından itibaren bir kurallar silsilesidir başlayacak :)
     Yaşasınnn! :))

Bayram diyorlar...













Ailelerinden uzakta yaşayan kişiler  en çok da bayram ya da herhangi bir tatilde aileden uzakta almanın burukluğunu yaşarlar.Bizde de böyle oldu sanırım.Arife günü akşam kendimize kurduğumuz mükellef bir sofra ile başlattık kurban bayramını.Ertesi gün anneannemde toplanan tüm aile bireylerinin bayramını telefonda hızlı çekimde kutladıktan sonra sınavları henüz bitmiş olanımız büyük bir özlem içerisinde oturup saatlerce Hülya Koçyiğit'li,Ediz Hun'lu Türk filmlerine  sardı,diğeri internette kendini soyutladı ve kalanı da bayram ertesi sınavları için odasına kapanıp delirinceye kadar eğitime katkıda bulundu.Ve  4 günlük bayram bu şekilde geçmiş oldu.








                          


   





  Hiçbir şey yapmadan evde dolanmak önceleri iyiydi de bizimkilerle konuştuktan ve tüm arkadaşlarımın memlekette olduğunu bildileren iletileri okuduktan sonra her yanımı bir pişmanlık sardı sanki.Zira bizim ailede bayram anneannemin büyük kardeş olmasından dolayı kalabalık ve şenlikli geçer.Önce Şanlı'dan anneannemin uygun gördüğü (en sevdiği) şekerler alınır,onlar teyzem ve dayım tarafından beğenilmez ve eve anneannemin isteği dışında harika ötesi çikolatalar getirilir.Ufak çaplı şeker-çikolata kavgasını genelde anneannem kazanır ve o çikolatalar kimsenin bilmediği(aslında herkes yerini bilir) kuytu,tenha,en akla gelmedik yerlere kaldırılır(anneannem tarafından).Annem kendini kaybedinceye kadar temizlik yapar,anneannem totalde 10 kişiyi geçmeyen tüm aile bireyleri için Çin ordusuna yetecek düzeyde yemek yapar ve son olarak Tiamo'dan Tük kahvesi stoğu yapılır.Ve böylece geleneksel bayram hazırlığımız tamamlanmış olur.Gelenin ardı arkası kesilmediği gibi kahve yapmanın da sonu gelmez,biri gitse de ben tvde türk filmi arayışlarına başlasam fikirleri beynimde fır dönerdi.
   İşte böyle azizim tüm bayram boyunca ölümüne Hülya Koçyiğit-Türkan Şoray izledim ama gel gör ki hiç tat almadım.Belki de Firuş olmadığındandır:S
   Demek ki neymiş Phyruss'un sonraki bayram dileği evde kahve mesaisinde olmakmış:))








gastronomi-1



   Havalar son birkaç gündür ciddi anlamda bozdu.E haliyle tüm bu programı yaparken hesaba katmamıştık bu küçük ayrıntıyı.Bir de bu yağmura soğuk da eklenince çoğu kişi haklı olarak satışı koydu(kimi bu havada çıkmak istemedi,kimi Cumartesi dolayısıyla çalışıyordu kimi de istanbulu gezmekten yorulduğunu söyledi).Kalan sağlar bizimdir dedik ve akşam plana son kez göz gezdirdikten sonra(biraz da geç uyumanın etkisiyle) ertesi gün ilk aykırılığımı yapıp geç uyandım.Değil Üsküdar'a gitmek,mutfağa bile gidesim kaçmıştı zira başımı sıcacık yorgandan çıkaramıyordum bile.Zaten pencereme dışarıdan vuran yağmur damlaları,yanmayan kalorifer peteği ve çalışma masamın üzerinde asılı duran karlı İstanbul manzaralı posterim de bulunduğum durumu baya bir köstekliyordu.Nereden geldi bilmiyorum ama yağmurlu havada yürüme fikri ağır bastı ve başladım en kalın giysilerimi aranmaya.Yaklaşık yarım saat kadar süren montumu arama girişimlerim annemin yardımıyla sonuca ulaştı.Annemin ona montumu sorarkenki tepkisini  garipsediğimi hatırlıyorum( -Anne,dışarıda deli gibi yağmur ve rüzgar var,üstelik hava da soğuk!...-Soğuk mu?E burda biz yanıyoruz kızım,klimalar açık-Yok artık!:S) Böyle işte...:S Ufak çaplı bir mont operasyonundan hemen sonra kış günlerimin kadim dostu şemsiyemi de yanıma alarak düşüyorum yollara.
    Üsküdarda buluşucaz.Bu yakadan bir ben gidiyorum.Kısa bir an motor mu vapur mu diye düşünürken vapurun daha 20 dksı olduğunu gördüğüm gibi atlıyorum motora.Her zamanki gibi cam kenarı.Eminönü-Üsküdar arası tost,çay falan satıyorlardı keşke Beşiktaş'tan da olsaydı şeklindeki fikrimi mesafenin kısalığına bağlayarak bu mevzuuyu da kapatıyorum kendimce.Hareket ederkenki çarpan dalgalara bakıyorum da gözümü korkutuyor sanki,oysa daha önce çok daha kötü hava ve deniz şartlarında motorla karşıya geçmişliğim vardı.Karşıda yağmur daha yoğun yağıyor gibi geldi.Arkadaşlar da arıyor,taksidelermiş.Onları beklerken yağmurdan  kaçıp saçakların altına sığınan insanlara takılıyor gözlerim.Çoğu kişi benim gibi buluşma yeri olarak seçmiş orayı,onlar  2-3 dakikada bir saatlerine bakıp  birilerini beklerken-muhtemelen bikaç kişi de yağmurun dinmesini bekliyordu- ben de kafama göre hikayeler yazıyorum başrollerinde kendilerinin olduğu.Çok geçmeden görüyorum karşıdan gelen iki güzel insanı ve böylece turumuzun tek kişilik kısmından çok kişilik kısmına doğru level atlıyoruz hızla.

 ...
 

P.s:
1-15.10.2011 tarihinde gerçekleşmiş olan bir gezi, çeşitli nedenlerden dolayı( vizeler,üşenmeler,…) nasıl geç yazılır?Buyrun işte canlı örneği :))
      
2-Yazı uzun olduğundan 3 part şeklinde yayınlayacağım...


 

3 Kasım 2011 Perşembe

Sınavlar bitti, tatil geldi diyorlar Phyruss ne dersin?

 

                              
      

Allahhhh derim ne diyebilirim ki :))

    Akşam eve geldiğim gibi kötü alışkanlıklarıma geri dönüş yaparım 2 hafta boyunca ertelediğim her şeyi yapmama izin veriyorum,tamamdır!

    Öncelikli planlarım arasında  gece boyunca yeni aldığım kitaba sarıp, yarın sabah değil de öğlen uyanmak,evden bir kaç gün boyunca ekmek almak için bile olsa çıkmamak,çikolataya ara vermek, kahveden uzak durmak var.





                              





    Ee azizim hiçbir şey sınav haftasındaki gibi çekici gelmiyor sonuçta ama, bilmiyorum belki yine odamın şeklini değiştiririm ,takip ettiğim dizilerin bitiremediğim sezonlarını indirip arşive atarım,gastronomi gezilerimizin yeni rotalarını  belirleyebilirim.Veee o kadar zamandır kağıtların üzerinde kalan ilgiden mahrum,boynu bükük karalamalarımı düzenleyebilirim(gerçi çok birikti, tarihler baya karıştı ama…Gastronomiyi bile atamadım).




                                





   




Dediğim gibi ya hiçbir uyku ertesi gün sınav varkenki(özellikle 2 tane olursa) kadar tatlı gelmese de, hiçbir müzik ders arasında kaçamak dinlemek kadar zevk vermese de 5 güne zorla sığdırılan sınavların intikamını alır bu Schülerin:)



     Hadi bakalım...

12 Ekim 2011 Çarşamba

Phyruss arkadaşının sözüne gelirse...

En olup olmadık yerde durup ''Hayat çok zor'' deyip bizi ciddi yüz ifadesiyle yerlere seren  bir arkadaşıma artık gülmeyeceğime dair söz veriyorum kendi kendime …Zira bugün öğleden sonradan beri her üç cümle arasına bunu serpiştirip duruyorum .Nitekim hayatım istemediğim yere gitmesin diye ayak direr oldum.Vay arkadaş, falcı yine yanıldı…

                          

    Dün akşam dostlarım Grace ve Wiss ile gezme-tozma eylemini biraz abarttığımız için sabahki derse dayak yemiş gibi gitmiş olmam gayet normaldi bence.Normaldi de moral bozukluğumun nedenini anlamam (maliyet muhasebesinin 4. saatinde amfiden kaçmamla birlikte)biraz uzun sürdü.Anlayamadığım şekilde yerinde durmayan sürekli arama ışığı yanan telefonum da dikkatimi toplamamda hiç yardımcı olmuyordu zaten. Sinirlenip bir numarayı reddettim ve kafamı kaldırıp son bir çabayla, bir gözüm saatte bir gözüm tahtada hocayı dinlemeye zorladım kendimi. Evet dinledim ,hem de tüm saf duygularımla satılan mal maliyet tablosu ve akabinde gelen brüt ücretle ilgili bir soruyu da dinledim,anladım mı peki?Hmmm o tartışılır bak işte:)

                               

     Hocanın 4. saate girmek için küçük bir ara vermesiyle birlikte kendimi dışarda buldum.Yangın Kulesini geçerken hala söyleniyordum  ki telefona attım elimi,bu kadar ısrarla arayan kişi de nasibini almıştı  muhasebeye olan öfkemden haliyle.İlk aradığım numara cevap vermedi,offlaya pufflaya  diğer numarayı çevirdim ki kulağıma  'Doğuş Holding'e Hoşgeldiniz' diye bir  ses çalındı. Ve dırınınınnnn!: Operatöre' beni aramışsınız' diyen tek insan Phyruss!...
   Evet aynen öyle :S İK'ya bağlandım ismim alındı falan derken karşımdaki ses bana ömür boyu bana acı verecek bir departmandan bahsetti.Tahmin etmeye gerek yok,kendisi az önce dersinden kaçtığım MU-HA-SE-BE! Evet aldığım teklif süper bir yerin muhasebe departmanı stajyerliğiydi de duyunca bir anda sırtımı dikleştirmeme, çenemi yukarı kaldırıp gözlerimi kısmama ve ardından soğuk bir ses tonuyla 'maalesef,muhasebede kariyer yapmak istemiyorum' anatemalı birkaç cümle kurup, şu ana kadar 'yahu, acaba kabul mu etseydim' dedirten muhasebe.Evet bu o!...Vee kader Phyruss'u korkutur! :( Geçen hafta da saatleri uymadığı için Philipp Morris'e 'benim için uygun değil' şeklinde bir red cevabım olmuştu,hala içimde uktedir mesela o.

                                

En nihayetinde bana 'Muhasebe sevmeyen kızın dramı 'adı altında kitap yazdıracak,belki de yıllar sonra 'bir başarı öyküsü ' başlığında muhasebe ve Phyruss'un anılarını okuyacaksınız.Allahım sen koru yaarebbim;sübhaneke,dinimiz,amin!...
   Neticede hayat zor arkadaşlar,çoook zor!:)

7 Ekim 2011 Cuma

Grace'in şanslı talihlisi :)









  Evet bayanlar baylar veeeee kazanaan:  ARWEN!
  E artık yazının devamını okumaya gerek kalmadı demeyin hiç,zira kitabın sonunu önceden okuyan biri için gayet normal bir davranış,kınayan gözlerle bakmasak? :)


























  Arwen,günlerdir beklenen Ways of Grace çekilişinin kazananı oldu .Grace'in de dediği gibi Londra'nın yağmurlu sokaklarında ve uçakta pencere kenarı fotoğraflarını heyecanla  beklemekteyiz Arwen.















Kendisinin daha önce yurtdışına çıkmamış olması bu çekilişe ayrı bir anlam yükledi bence :) Darısı nice nice Ways of Grace çekilişlerine yarebbim,dinimiz,amin... :))  




























   P.S.:Kendi şaşkınlığımıza krizlere girerek gülmememize neden olan yedek bilet olayı: Yedek bilet Phyruss'a çıkmış millet!Şansım mı dönüyo ne,ben bi Nimet Abla'ya gideyim en iyisi  :D

































3 Ekim 2011 Pazartesi

Phyruss'un kısa ve uzun vadeli plan çırpınışları :)


    Evet aynen öyle.Baktım her zaman ki gibi amaçlarımdan bayağı sapmışım, anı kurtarmak parolam olmuş,yolun üzerindeki pürüzleri fazla katmamışım hesaba , yaraların üstünü şöyle bi örtüp devam etmişim yürümeye.E bi yerden sonra aynı tempoda düşüp kalkmak yoruyor insanı tabii.Böylece fiziksel ve de ruhsal çok yönlü bi darbeden hemen sonra hayatımı sorgulamaya karar verdim :D

   Bi kaç amaç edindim tekrar kendime naçizane,bi kaç da hayal attım cebe tamamdır dedim.Fakat kendime dair küçük bi ayrıntıyı unuttum; ee bu Phyruss önceden de böle yapmamış mıydı,bir şey eksik olmuş,olmalı derken kendi unutkanlığımı unuttuğumu farketmem bayağı takdire şayan oldu tabii :) Önceden yaptığım hatayı erken bulmam iyi oldu zira unutkanlığım ve de odaklanma sorunum  sağolsun bu hallerdeyim. 
  


                         





    Arka fonda Yann Tiersten bana hayatı yeniden sevdirmeye çalışırken ben de masanın üstüne ajandamı,takvimi ve nedense her baktığımda beni mutlu eden Noel Babalı biblomu alıyorum veee başlıyorum yazıp çizmeye.Fazla realist ve hayalperest olanların üstüne bikaç çizik attırıp böyle bi yarım saat hayattan kopuyorum.Eğer olursa ve eğer olmazsa'lı bir çok seçenek beliriyor önümde onların da alt başlıkları,başka olasılıklar,istenmeyen durumlar derken liste kabarıyor.E tabi bunlara esneklik payı da bırakmak gerekir değil mi? Aynen, o başlık altlarına da sonradan doldurulmak üzere az biraz boşluk bırakmanın akabinde kocaman kağıtlara yazdığım olası hayatıma bakıyorum,kısmen memnun bir yüz ifadesiyle.Muhtemelen çizdiğim bu tablodan da kısa sürede ayrılacak ve uzak bir ihtimalde yaşamaya devam edeceğim.E yani Phyruss sen de! Hayat sürpriz yapmayı bu kadar seviyorken ona kafa tutmak senin ne haddine!




                                 



    'Olsun,en azından kaba hatlarıyla buna bağlı kalırım ben,kalırım ya buna ne şüphe' diyerek kendimle bir süre çeliştikten sonra listemi en saçma sapan şekliyle diğer not kağıtlarımın arasına tıkıştırıyorum.E hadi bakalım yeni kısa vadeli ve uzun vadeli amaçlarım hayırlı olsun.Çok merak ediyorum diğer amaç listemi ne zaman hazırlamaya başlarım ve de şimdikiyle arasındaki farklar ne olur diye.Yaşayalım görelim o zaman… :)

                            

 







27 Eylül 2011 Salı

İK da olmasın Muhasebe de :)



    



 İnsan Kaynakları Yönetimi dersini sevmem,önceden de hiç çekici gelmezdi zaten.Bu gerçeği bugün 3.sınıf dersi olan İnsan Kaynakları Yönetimi dersine girdiğimin 15. dakikasında değil de üniversite yıllarımın en başında katıldığım bir zirvede farketmiş olmam benim için bir avantajdı sanırım.Çünkü meslek yaşamında seçebileceğim departmanlar arasında en başta elediklerimdendi İK.
                                  





              

   Bir diğer sevdiceğim de muhasebe tabii ki.Onu daha üniversite tercihlerimi yaparken sezmiştim zaten.İK'ya hazırlıklıydım 2 yıl önceden de Muhasebe'nin beni daha okulun ilk haftası yere sermesi gözlerimi yaşartmıştı vakti zamanında.Hayatı sorgulamaya başlamam, muhasebeye dair bir kaç gerçeği öğrendiğim döneme denk gelir.












   En kötüsü ise benim iki-üç dönemdir diye atıp tuttuğum muhasebenin neredeyse her dönem olmasıydı sanırım.Tamamen yanıldığımı farkettiğimde her şey için çok geçti,kaçacak hiç bir yerim yoktu zira;mecbur herkes gibi ben de her derse girecek,not tutacak ve sınavları geçemeyip her dönem bu dersten büte kalacaktım.İşin ilginç tarafı muhasebe familyasından tüm derslere girip aynı zamanda hepsinden büte kalmam ve hatta hiç girmediğim Ticaret Huk-Borçlar Huk gibi dersleri de beklediğimin çok üstünde notlarla geçmemdi.Bu benim için pek de sürpriz olmamıştı ama geçen dönem bir ara kendimi şaşırtmayı umduğumu itiraf etmeliyim doğrusu.


   Sabah okulda mırıldandığım şarkıyla, söylenmeye doyamadığım bu ders mevzuuna bir ara verelim der Phyruss : ''Benim hala umudum vaaar,isyan etsem de istediğim kadar!'' hadi bakalım o zaman yeni dönem herkese kutlu,mutlu olsunnn! :)

25 Eylül 2011 Pazar

Ada sahillerinde çok beklememek gerek:)


   Evet ne zaman bu şarkıyı mırıldanmaya başladıysam gün boyu ağzıma şarkımı tıkadı sevgili Firu...Aslında çok masumane bir amaçla-sadece bir çay içip gelecektik- Moda'ya gidiyorduk o eeen sevdiğim mekana,Adalar-Modalar derkeen kendimizi bir anda Büyükada Vapur İskelesinde bulduk.Yine!Neden-nasıl oldu-ne alaka diye sormayın çünkü biz de bu soruları sormayı yaklaşık olarak 3 yıl kadar önce bıraktık,artık plan yapmıyoruz:)  


  Yolculuk biraz sıkıntılı gibiydi,açık havada sigara dumanından nefes alamamak beni; gözlerini manzaraya,düşüncelerini denize atmak isteyen Firu'yu, etrafımızı saran kalabalık turist kafilesi bunaltmaya yetti.Hava çok sıcak,açıkçası biz biraz üşümeyi umuyorduk.





                            






    Adanın simgesi faytonların yorgun atları bizi tepelemesin ve yol boyu olan at pisliklerine basmayalım diye seke seke at meydanına ulaşıyoruz.E malum evden çıkalı kaç saat oldu,temiz bir lavabo arama ve kendimize gelmek için bir şeyler içmenin vaktidir deyip.Meydanın ortasında en temiz yer olarak nitelendirdiğimiz Starbucks'a atıyoruz kendimizi.Bir demli çayın yerini hiç bir şey tutamaz;hele bir de karşımızda şahane bir manzara ve saçlarımızı uçuşturan tatlı bir esinti de varsa.







                             



   Karşımdaki güzel kadın başından bağımsızlığını ilan etmeye çalışan inatçı saçlarını biararaya getirmeye uğraşırken ben de gezi planımızı hazırlamaya başlıyorum.O sırada saçlarıyla girdiği savaştan yorulmuş ama kazanmış olmanın verdiği zafer kokan bir ses tonuyla şimdiye kadar birlikte hiç bir zaman planlı davranışlar sergilemediğimiz gerçeğini yüzüme vuruyor.Hakikaten de öyle!Sanırım biz biraraya gelince bütün amaçlarından sapıp hiçbirini bile gerçekleştiremeyen tiplerdeniz.Spontene tipler...







                                


   Döndük,dolaştık;her sokakta kendimize ev beğendik ve bir kısmını da eleştirdik.Asıl amacımız 15-20 dakika önce masada kararlaştırdığımız gibi küçük bir ada turu yapmaktı.Her şey yanımdaki güzelliğin midesinin balık ekmek yemek istediği temalı naralarına artık dayanamamla değişti.Nitekim rastgele bir yere oturduk,küçük bi yerdi güzel rum müzikleri çalıyordu fakat servis de yemek de berbattı.(Hatta) Ufak çaplı bir kazıklanmadan sonra iskeleye doğru yollandık







                            




   Beklediğimiz vapurun saatinin 2 buçuk sonra olması gerçeği bizi bunalımlara sürükledi.Fakat o da ne?Karanlığın içinden bir ışık,bir çikolata fındıklı külah belirdi sanki,sardı dört bir yanımızı.Ne yapabilirdik ki gözümüz görmüş,gönlümüz çekmişti bir kere .Zavallı cüzdanlarımızı bir kez daha rahatsız edip dondurmalarımıza kavuştuk.İtiraf etmeliyim ki hayatımda gördüğüm en büyük külah ve dondurmaydı.E haliyle onları da bitiremedik.Meğer aç olan midemiz değil gözümüzmüş:)


   Veeee son bir karar değişikliği...Aslında hiçbir şey düşünmeden kendimizi paralarcasına koştuğumuz kalkmakta olan  vapur Kabataş değil,Bostancı...Yani bir de deniz otobüsü yolu göründü bize galiba :)
             




                             






   Şimdi şöyle vapurun arkasında oturmuş sarhoş köpüklere ve yavaş yavaş küçücük görünen adalara baktığımda yine içimi bir hüzün kaplıyor.Yağmuru düşünüyorum,onu izlerken de hep böyle olurum ben.Ve işte yine ağır ve yoğun bir kışa girme arifesi ayları.Yanımdaki güzellik bu kadar yorgunluğa dayanamayıp 2 kişilik yere kıvrılmış yatarken ben bir kez daha en sevdiğim mevsimin müzikleri eşliğinde, artık yağmurları özlediğimi farkediyorum...