25 Eylül 2011 Pazar

Ada sahillerinde çok beklememek gerek:)


   Evet ne zaman bu şarkıyı mırıldanmaya başladıysam gün boyu ağzıma şarkımı tıkadı sevgili Firu...Aslında çok masumane bir amaçla-sadece bir çay içip gelecektik- Moda'ya gidiyorduk o eeen sevdiğim mekana,Adalar-Modalar derkeen kendimizi bir anda Büyükada Vapur İskelesinde bulduk.Yine!Neden-nasıl oldu-ne alaka diye sormayın çünkü biz de bu soruları sormayı yaklaşık olarak 3 yıl kadar önce bıraktık,artık plan yapmıyoruz:)  


  Yolculuk biraz sıkıntılı gibiydi,açık havada sigara dumanından nefes alamamak beni; gözlerini manzaraya,düşüncelerini denize atmak isteyen Firu'yu, etrafımızı saran kalabalık turist kafilesi bunaltmaya yetti.Hava çok sıcak,açıkçası biz biraz üşümeyi umuyorduk.





                            






    Adanın simgesi faytonların yorgun atları bizi tepelemesin ve yol boyu olan at pisliklerine basmayalım diye seke seke at meydanına ulaşıyoruz.E malum evden çıkalı kaç saat oldu,temiz bir lavabo arama ve kendimize gelmek için bir şeyler içmenin vaktidir deyip.Meydanın ortasında en temiz yer olarak nitelendirdiğimiz Starbucks'a atıyoruz kendimizi.Bir demli çayın yerini hiç bir şey tutamaz;hele bir de karşımızda şahane bir manzara ve saçlarımızı uçuşturan tatlı bir esinti de varsa.







                             



   Karşımdaki güzel kadın başından bağımsızlığını ilan etmeye çalışan inatçı saçlarını biararaya getirmeye uğraşırken ben de gezi planımızı hazırlamaya başlıyorum.O sırada saçlarıyla girdiği savaştan yorulmuş ama kazanmış olmanın verdiği zafer kokan bir ses tonuyla şimdiye kadar birlikte hiç bir zaman planlı davranışlar sergilemediğimiz gerçeğini yüzüme vuruyor.Hakikaten de öyle!Sanırım biz biraraya gelince bütün amaçlarından sapıp hiçbirini bile gerçekleştiremeyen tiplerdeniz.Spontene tipler...







                                


   Döndük,dolaştık;her sokakta kendimize ev beğendik ve bir kısmını da eleştirdik.Asıl amacımız 15-20 dakika önce masada kararlaştırdığımız gibi küçük bir ada turu yapmaktı.Her şey yanımdaki güzelliğin midesinin balık ekmek yemek istediği temalı naralarına artık dayanamamla değişti.Nitekim rastgele bir yere oturduk,küçük bi yerdi güzel rum müzikleri çalıyordu fakat servis de yemek de berbattı.(Hatta) Ufak çaplı bir kazıklanmadan sonra iskeleye doğru yollandık







                            




   Beklediğimiz vapurun saatinin 2 buçuk sonra olması gerçeği bizi bunalımlara sürükledi.Fakat o da ne?Karanlığın içinden bir ışık,bir çikolata fındıklı külah belirdi sanki,sardı dört bir yanımızı.Ne yapabilirdik ki gözümüz görmüş,gönlümüz çekmişti bir kere .Zavallı cüzdanlarımızı bir kez daha rahatsız edip dondurmalarımıza kavuştuk.İtiraf etmeliyim ki hayatımda gördüğüm en büyük külah ve dondurmaydı.E haliyle onları da bitiremedik.Meğer aç olan midemiz değil gözümüzmüş:)


   Veeee son bir karar değişikliği...Aslında hiçbir şey düşünmeden kendimizi paralarcasına koştuğumuz kalkmakta olan  vapur Kabataş değil,Bostancı...Yani bir de deniz otobüsü yolu göründü bize galiba :)
             




                             






   Şimdi şöyle vapurun arkasında oturmuş sarhoş köpüklere ve yavaş yavaş küçücük görünen adalara baktığımda yine içimi bir hüzün kaplıyor.Yağmuru düşünüyorum,onu izlerken de hep böyle olurum ben.Ve işte yine ağır ve yoğun bir kışa girme arifesi ayları.Yanımdaki güzellik bu kadar yorgunluğa dayanamayıp 2 kişilik yere kıvrılmış yatarken ben bir kez daha en sevdiğim mevsimin müzikleri eşliğinde, artık yağmurları özlediğimi farkediyorum...






                                                                   








                              
              

1 yorum: