4 Aralık 2011 Pazar

Hayat zor diyollaa!... :)

En olup olmadık yerde durup ''Hayat çok zor'' deyip bizi ciddi yüz ifadesiyle yerlere seren  bir arkadaşıma artık gülmeyeceğime dair söz veriyorum kendime …Zira bugün öğleden sonradan beri her üç cümle arasına bunu serpiştirip duruyorum .Nitekim hayatım istemediğim yere gitmesin diye ayak direr oldum.Vay arkadaş, falcı yine yanıldı….





                      




















 Hocanın 4. saate girmek için küçük bir ara vermesiyle birlikte kendimi dışarda buldum.Yangın Kulesini    geçerken hala söyleniyordum  ki telefona attım elimi,bu kadar ısrarla arayan kişi de nasibini almıştı  muhasebeye olan öfkemden haliyle.İlk aradığım numara cevap vermedi,offlaya pufflaya  diğer numarayı çevirdim ki kulağıma  'Doğuş Holding'e Hoşgeldiniz' diye bir  ses çalındı. Ve dırınınınnnn!: Operatöre' beni aramışsınız' diyen tek insan Phyruss!...Evet aynen öyle :S İK'ya bağlandım ismim alındı falan derken karşımdaki ses bana ömür boyu bana acı verecek bir departmandan bahsetti.Tahmin etmeye gerek yok,kendisi az önce dersinden kaçtığım MU-HA-SE-BE! Evet aldığım teklif süper bir yerin muhasebe departmanı stajyerliğiydi de duyunca bir anda sırtımı dikleştirmeme, çenemi yukarı kaldırıp gözlerimi kısmama ve ardından soğuk bir ses tonuyla 'maalesef,muhasebede kariyer yapmak istemiyorum' anatemalı birkaç cümle kurup, şu ana kadar 'yahu, acaba kabul mu etseydim' dedirten muhasebe.Evet bu o!...Vee kader Phyruss'u korkutur! :( Geçen hafta da saatleri uymadığı için Philipp Morris'e 'benim için uygun değil' şeklinde bir red cevabım olmuştu,hala içimde uktedir mesela o.
    En nihayetinde bana 'Muhasebe sevmeyen kızın dramı 'adı altında kitap yazdıracak,belki de yıllar sonra 'bir başarı öyküsü ' başlığında muhasebe ve Phyruss'un anılarını okuyacaksınız.Allahım sen koru yaarebbim;sübhaneke,dinimiz,amin!...
   Neticede hayat zor arkadaşlar,çoook zor!:)






3 Aralık 2011 Cumartesi

gastronomi-2



















      Aslında farklı planlarımız vardı sabah daha erkenden buluşup geziye harika bir kahvaltıyla başlayıp akşam rakı-balık ikilisiyle bitirmek gibi( hatta bu fikre dair baya bir araştırma yapıp önceden aldığımız İstanbul'a ve ona has lezzetlerine ilişkin kitaplardan gideceğimiz yerileri bile belirlemiştik).Heyhat…Nereden bilebilirdik havanın planlarımıza ket vuracağını.Dolayısıyla kahvaltı için 'herhangi biryer' düşüncesi gelişiyor kafamızda.Öncelikli akbil dolumu tabii ki.Fazla fazla doldurmak gerek ki yolda kalmayalım  bilindiği gibi artık iettlerde para geçmiyor.
  Durakta,acaba nereden başlasak diye birbirimize topu attığımızı hatırlıyorum.Kahvaltıyı Beylerbeyi'nde,yok Hisar'da,hayır hayır Çengelköyde yapalım deyip atlıyoruz önümüze çıkan ilk İETT'ye.İtiraf ediyorum bu tarafı sadece deniz tarafından gezince pek bir yabancı hissediyorum kendimi.Zaten günboyu ellerimizde birkaç gün önce aldığımız gezi rehberimiz ve 15 saniyede bir  dalı-ağacı çektiğimiz fotoğraf makinemiz ile yeterli derecede yerli turist görünümü oluşturuyoruz.








                               








  Çengelköy durağında inip,deniz kenarında çay içilebilecek kuru bir cafe arayışlarımız başlıyor bu sefer de.Neyse ki fazla seçeneğimiz yok,birkaç yer eledikten sonra karşımıza Tarihi Çınaraltı Aile Bahçesi çıkıyor.Tabii ben bu güzellik karşısında hemen eriyorum.Buranın dikkatimi çeken özelliği şahane manzarası bir yana müşterilerin yiyeceklerini dışarıdan  getirebilmeleri (piknik usülü yani),fakat çalışanların hassas oldukları konu da su dahil hiçbir içeceğin dışarıdan getirilmemesi.Tabii bunu fırsat bilen Çınaraltının girişindeki 2 yanlı olarak börekçi ve pastane deli gibi iş yapıyorlar.Manyak mısın demeyin kafam farklı çalışıyor işte,aklıma bir soru geliyor,ee ben işletmeciyim napayım:STercihimizi (İtiraf2: Ben zorlamıştım herkesi) kısa bir duraksamadan sonra içerisinden harika kokular gelen börekçiden yana kullanıyoruz.Soğuk,açlık,harika kokular ve hatta açgözlülük derken sanırım biraz fazla abartıyoruz bu börek mevzuunu.






                               

                      





  











  Çınaraltına girince havaya rağmen kapalı kısımda oturmak istemiyoruz,hele de  böylesine güzel toprak ve deniz kokusu varken dışarıda.Kısmen kuru bir masa bulup,çayları söylediğimiz gibi böreklere yumuluyoruz(dışarıdan yiyecek getirip yemek biraz garip gelse de,diğer masaların üstündeki tepeleme simit ve börekler suçluluk hissetmemi hemencecik engelleyiveriyor).Manzarayı anlatmaya gerek yok zaten(yağmurlu bir boğaz manzarası deyip resimlere yönlendiriyorum).








                                                   







                             









                             

   Uzunca bir süre kaybediyoruz orada kendimizi,saati görünce ayaklanmamız gerektiği geliyor aklımıza.Buarada oraya giderseniz soldaki börekçi değil de sağdaki pastaneye bir girin derim.Her ne kadar orası hakkında bi fikre sahip değilsem de, eğer yağlı yiyecekler midenize dokunuyorsa börekçiyi pek de tavsiye etmem.









                              













                              


                             










                  




        











                                          







   Unutmadan!:

1-Yüklediğim fotoların bir kısmını Wiss'in öğretileri eşliğinde ben çekmiştim,biraz acemice ama ilk deneyim işte,olur öyle:) Teşekkürler Wiss!...


 2: Gastronominin 3part halinde yayınlanması planlanmıştır,sonra efendim 'bunun başı yok sonu yok' demeyin ki zaten son olan üçüncü partı henüz yayınlanmadım:))