1 Temmuz 2012 Pazar

Heyy ben geri döndüümmmm!... ;)




  Evveeetttt! Sınavlar biter,gün itibari ile de haftasonu işine de ara verilir ve Phyruss tekrar bloguna döner :) Uzuuun uzun aradan sonra tekrar MERHABAAA!... :)



             


  Pek iyi geçmediğini düşündüğüm son 3-4 ayın ardından peşpeşe harika haberlerle farklı  bi yaza adım atıyorum galiba… 
  Üniversitede  son senem olacağı için biraz telaş biraz hüzün var tabii ama o kısmı atlarsak,pek bi sıkıntı yok gibi…




   Ablamım terfisi,istediğim yerde staja girmem,tedariği geçmem (büyük bi olaydı benim için) derkeeen baktım yoluna giriyor bazı şeyler,en azından yaz bitene kadar hüzünleri rafa kaldırayım dedim.



  
   Haydin bakalım Phyruss'dan kuplelere devam o halde,iyi eğlenceler!... :))

 

21 Mart 2012 Çarşamba

Phyruss'un kitaplığından bi kuple :))

   
      Tamam yine abarttım normali aşan sayıda kitap yedim bitirdim dersler başlayıncaya kadar tamam ama her insanın kötü alışkanlıkları var sonuçta,bu da benimkisi :)











    
Her neyse normalde pek romanlara sarmam ama kafa dağıtmam gerektiğinde  bi tane yetiyor bana.Bu sefer de saçma sapan bi şekilde dersten kalmanın verdiği sinir bozukluğuyla Paulo Coelho'a aldım elime.Belli ki çok düşünmeden,can sıkıntısıyla aldığım kitaplardan bu da.'Zahir' ünlü bir yazarın hayatın anlamını aramak için ortalardan kaybolan karısının peşine düşüyor,daha önce farketmediği gerçekliğin peşinde Orta Asya'da son bulan bir iç  yolculuğa dönüşüyor.Okurken birkaç yerde tıkanabilirsiniz ama evrensel sevgi hakkında bir parça düşünüp fikir sahibi olacağınıza eminim.





      Benim daha çok tavsiye etmek istediğim kitap 1957 Nobel Edebiyat Ödüllü Cezayir'li Edebiyatçı  Albert Camus 'un 'Düşüş' adlı kitabı.Yüksek standartlara sahip bir Fransız avukatın Amsterdam'da bir barda kendini ve yaşamını sorgulaması üzerinden kaleme alınmış  şahane bir üslup.Şiddetle tavsiye edilir,herkes okumalı bence. Saygın bir avukat olan Clamence'ın kendisiyle yüzleşirken aslında pek çoğumuzun öyküsünü,kendimize bile itiraf edemediklerimizi hayran kalınası bir teknikle anlatıyor yazar.Tekrar ve tekrar okunur bence.İtiraf ediyorum şimdiye kadar bu kitapla tanışmadığım için çok utanıyorum :D Şaka bir yana benim favorilerimden artık:)















     Hımmm belki yine Albert Camus'dan 'Yabancıyı' da okumak istersiniz ama Düşüş'ten sonra onu okuduğum için beklentilerim tavan yapmıştı,ondandır bu coşkusuzluğum:) Yabancı'da kahramanımız Meursault bir Arap'ı öldürüyor ve suçundan çok gerçek duygularını dile getirdiği  ve toplumun istediği kalıba girmeyi reddettiği için toplum dışına itilen bir 'yabancı' aracılığıyla modern toplum insanının içine düştüğü yabancılaşma anlatılıyor.İlginç olansa Meursault'un dış dünya ile arasına koyduğu mesafe ve her şeye nesnel yaklaşması.











    Şimdilik daha fazla sıkmayayım diğerlerini de sonra anlatırım :) En beğendiklerim de bu birkaç hafta içerisinde yukarıda  bahsettiğim 3 kitap.'Düşüş'ü mutlaka okuyun  unutmayın derim :D Hadi iyi okumalar o halde :))





18 Şubat 2012 Cumartesi

Phyruss Sermaye Piyasası Kurulu'nda :)







  Ayın 13'ünde başlayan eskiden adı staj olan birkaç sene önce adı eğitim semineri olarak değiştirilen spk eğitimine katılan  şanslı kişilerdendim.Kafamda resmettiğim gibi bir kamu kuruluşu değilmiş öncelikle onu söyleyeyim,kamuya bağlı ama  özel nitelikli, düzenleme  ve denetleme  yetkisi olan dolayısıyla kendine ait kanun,mevzuat,tebliğleriyle,denetimleriyle ve kendine has yargısıyla (uyarıdan başlayıp,mahkemede devam edebilen)  dinamik bir kurum kısacası.   





    Özetle hafta boyu gördüğümüz eğitimlerden bahsedeyim:
İlk gün Sermaye Piyasası Kurulu amaç ve görevleri anlatıldı,Kurul tanıtıldı.Kurul'un merkezi Ankara'da olduğu için,çoğu daire orada İstanbul'da daha çok denetim ve gözetim daireleri bulunmakta.Daire demişken Spk da 12 daire var.Bunlardan birkaçı Denetleme Dairesi,Ortaklıklar Finansmanı Dairesi,Aracılık Faaliyetleri Dairesi,Kurumsal Yatırımcılar Dairesi,Piyasa Gözetim ve Denetim Dairesi ...




  Sonraki günlerde Sermaye Piyasası Mevzuatı (Genel çerçeve) ,Menkul kıymetlerle ilgili düzenlemeler (Sermaye piyasası araçlarının halka arzı, anonim şirketlerde birleşme ve bölünme, çağrı) ,
Kurumsal Yatırımcılar (Genel Çerçeve, Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları, Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklıkları ve Yatırım Fonları) , Aracı Kurumlar ve Borsalar (İşlevleri, sermaye yeterliliği) , Denetim ve Gözetim , Bağımsız denetim ve derecelendirme , Lisanslama ve sicil,Finansal tablo revizyonu konuları hakkında bilgi verildi.Beş gün boyunca hergün farklı konular üzerinde yoğunlaştık ama ders dediysem sıkıcı falan değil hiç öyle düşünmeyin,yani ilgiliyseniz çok eğlenceli konular ,halka arz,borsa falan.Hukuk dairesi uzmanı anlatırken ufaktan sıkılmış olabilirim ama o da hukuk olduğu içindir :D








 





   Ayrıca uzman başuzman dediysem böyle şişman,despot,yaşlı,(kafamdaki  klasik memur tipi) falan getirmeyin gözününüzün önüne,yani en azından ben öyle düşünüyordum. Çok tatlı, gencecik,sevimli,bakımlı ve de gayet prezentabl görünüşleri olan kişiler.Kpss,yazılı sınav ve mülakat hakkında çok değerli bilgiler verdiler,tecrübelerini paylaştılar.








 








   Açıkçası çok üzüldüm bu güzel eğitimin bitmesine,herkesin böyle güzel bi deneyimi yaşamasını isterim,bir de küçük bir not değişik bölümler de katılabilir(iktisat yada işletme zorunlu değil),başvuru zamanlarını kaçırmayın derim:))




































Ayrıntılı bilgi için
http://www.spk.gov.tr/

Ayrıca SPK İstanbul Temsilciliğinde birkaç fotoğraf çekmiştim ufak bi talihsizlik sonucu silindi :( İçerden çektiği fotoları paylaştığı  için Füzuli
Aliyev' e teşekkürler...

15 Ocak 2012 Pazar

Herkes bir anlığına Balık olsun o halde...

   Bence slow ve hareketli şarkıların yanına bide kafa karıştıran ruh durumunu salağa çeviren şarkılar gruplandırması da eklenmeli yani ne slow olduğu belli ne de tam anlamıyla hareketli.
  
   Balıklar için pek değişik bir durum değil bu zira 15 saniyede yaklaşık olarak 317 ya da daha fazla mod geçişi olabilir,doğal bir şeydir ama merak ediyorum balık olmayanlarımız nasıl dinliyor bu şarkıları.Mesela ben gayet de ağlayarak(ama öyle böyle ağlama değil baya içli,böyle hıçkırarak) dans edebilme yeteneğine sahip bir tipim.O yüzden midir bilinmez hep aynı tarz müzik yapan insanları  pek dinleyemiyorum.Tahammülüm yok sürekli depresif,ölüyorum aşkımdan,kadere isyan tarzı ya da hobaa!, teyteyteey!, disco  tarzı şarkılara.


    Şarkı dediğin Candan Erçetin'in ''Söz vermiştin''i gibi olacak mesela .Yani o acıklı keman sesi geldiğinde seni 'bitti abi düzelmez artık hayatım' moduna,'hayatımın aşkı gitti len daha da bulamam onun gibisini' durumuna getirecek böyle tam gözlerinden yaş gelirken gitar sesiyle birden bire hobaaaa kendini oynarken bulacaksın ,ama oynarken yüzünde böyle garip bir ifade olacak hem bögüre bögüre hangi günahın bedeli bu diye isyan ederken kirpiklerinden süzülen yaşlara rağmen dans edeceksin işte.Sonra bir anda tekrar slowa dönecek o şarkı acıklı tını gelecek arkadan falan.Çökeceksin bulunduğun yere ağlamaya devam… :))  
   Seni görenler manyak olduğuna kanaat getirecek falan filan.Seviyorum işte böyle şarkıları insanı şekilden şekile sokuyor.Çok gülüyorum :D


http://www.youtube.com/watch?v=eLzqR_sx0ik

   Hııı bir de böyle dans ederken hüzünlendirenler var bakın onları da severim.Aklıma şimdi bir tek Murat Boz'un Hayat Öpücüğü  geliyor.Bak o pek hoş olmuyor işte.Dans ederken ağlamaklı bir hal falan filan…


http://www.youtube.com/watch?v=gQC5WvkmX3U&ob=av2e

    Neyse dinlerken aklıma geldi.Sadece Balıkların değil herkesin böyle  geçişler yapmasını istiyorum hem de istemdışı bu yüzden böyle şarkılar hep olsun ,yenileri eklensin istiyorum niahahahah!... (kötü kadın gülüşü):D

   Haydi bu şarkılar da dilinize dolansın o halde.Tüm balıkların intikamını alır gibi oldum(mutluluk!) :D

12 Ocak 2012 Perşembe

Büt büt atıyor kalbim :)

 






   Evet  sonunda finaller biter,Phyruss da biter,büyük bir yük gider omuzlarından.Aynı zamanda çok sevdiği güz dönemine de veda eder işte.Finallerin bitmesi güz dönemine de hoşçakal demektir aynı zamanda Phyruss için.







Okul bitince okula dair en çok özleyeceği şeydir bu:  o heybetli ağaçların rüzgara direnememesi sonucu yeşil çimenlere  yar ettiği sapsarı yapraklar.Güz dönemi...







                                        







                                       


                                        




    Sonra yerini renk renk çiçekler alır  o devasa ağaçlarda pek tezat durur onların saçtığı neşe,her 2 haftada bir de yol kenarındaki çiçekler değişir.Amfiye sığamaz öğrenciler,taşanlar çimenlere uzanır,havaya aşk kokusu yayılır,yalnızlar bakışlarında aşık olma potansiyeli taşır falan filan… Pek sevmem baharı, yani fazla pembedir.

  




   Finallerden bahar dönemine geçen tek insan-ben! Neyse ki bu dönem geç gelecek galiba, daha kar yağmadı deli gibi yağmura bulanmadık,herşeyin bi sırası var gecik, ama erken gelme bahar:D Kısaca ne bahar dönemini severim ne de finalleri,bütler daha ciddi geliyor nedense(son şans olduğundan mıdır nedir).








Sanırım burda sınava birkaç dakika kalmış,baya ciddi durum :S







   
    O yüzden finaller bitince başlıyor benim ciddi çalışmalarım.Bilerek bıraktığım(hatta birine girmedim) o 2 derse daha bir asılıyorum ama pek de umudum yok gibi zira biri maliyet ,diğeri 3 yıldır veremediğim birinci sınıf dersi:sana da saygılar!Bunlar kaşınarak kaldıklarım,bir de kazara bıraktıklarım olacak elbette ( 3 senedir bizim okulun her büt etkinliğine katılırım-şenlik gibi birşeydir benim için:p) ,onlar da birkaç güne belli olur herhalde.






 

   Sonuç olarak severim bütleri,evin haylaz çocuğu gibidir benim için,sıcaktır,içtendir,gerçeği  tüm yalınlığıyla çarpar yüzünüze,son bi şans daha verir işte daha ne!. E hadi bakalım hayırlısı o halde… :)
                                        
                              



       
    Çalışırken biraz dağınık olabilirim,ama sürekli içtiğim çaydan ve arada ufak bi çikolata eşliğinde Türk kahvesi içmekten de vazgeçemem:)




                                 

                                              
                          

4 Aralık 2011 Pazar

Hayat zor diyollaa!... :)

En olup olmadık yerde durup ''Hayat çok zor'' deyip bizi ciddi yüz ifadesiyle yerlere seren  bir arkadaşıma artık gülmeyeceğime dair söz veriyorum kendime …Zira bugün öğleden sonradan beri her üç cümle arasına bunu serpiştirip duruyorum .Nitekim hayatım istemediğim yere gitmesin diye ayak direr oldum.Vay arkadaş, falcı yine yanıldı….





                      




















 Hocanın 4. saate girmek için küçük bir ara vermesiyle birlikte kendimi dışarda buldum.Yangın Kulesini    geçerken hala söyleniyordum  ki telefona attım elimi,bu kadar ısrarla arayan kişi de nasibini almıştı  muhasebeye olan öfkemden haliyle.İlk aradığım numara cevap vermedi,offlaya pufflaya  diğer numarayı çevirdim ki kulağıma  'Doğuş Holding'e Hoşgeldiniz' diye bir  ses çalındı. Ve dırınınınnnn!: Operatöre' beni aramışsınız' diyen tek insan Phyruss!...Evet aynen öyle :S İK'ya bağlandım ismim alındı falan derken karşımdaki ses bana ömür boyu bana acı verecek bir departmandan bahsetti.Tahmin etmeye gerek yok,kendisi az önce dersinden kaçtığım MU-HA-SE-BE! Evet aldığım teklif süper bir yerin muhasebe departmanı stajyerliğiydi de duyunca bir anda sırtımı dikleştirmeme, çenemi yukarı kaldırıp gözlerimi kısmama ve ardından soğuk bir ses tonuyla 'maalesef,muhasebede kariyer yapmak istemiyorum' anatemalı birkaç cümle kurup, şu ana kadar 'yahu, acaba kabul mu etseydim' dedirten muhasebe.Evet bu o!...Vee kader Phyruss'u korkutur! :( Geçen hafta da saatleri uymadığı için Philipp Morris'e 'benim için uygun değil' şeklinde bir red cevabım olmuştu,hala içimde uktedir mesela o.
    En nihayetinde bana 'Muhasebe sevmeyen kızın dramı 'adı altında kitap yazdıracak,belki de yıllar sonra 'bir başarı öyküsü ' başlığında muhasebe ve Phyruss'un anılarını okuyacaksınız.Allahım sen koru yaarebbim;sübhaneke,dinimiz,amin!...
   Neticede hayat zor arkadaşlar,çoook zor!:)






3 Aralık 2011 Cumartesi

gastronomi-2



















      Aslında farklı planlarımız vardı sabah daha erkenden buluşup geziye harika bir kahvaltıyla başlayıp akşam rakı-balık ikilisiyle bitirmek gibi( hatta bu fikre dair baya bir araştırma yapıp önceden aldığımız İstanbul'a ve ona has lezzetlerine ilişkin kitaplardan gideceğimiz yerileri bile belirlemiştik).Heyhat…Nereden bilebilirdik havanın planlarımıza ket vuracağını.Dolayısıyla kahvaltı için 'herhangi biryer' düşüncesi gelişiyor kafamızda.Öncelikli akbil dolumu tabii ki.Fazla fazla doldurmak gerek ki yolda kalmayalım  bilindiği gibi artık iettlerde para geçmiyor.
  Durakta,acaba nereden başlasak diye birbirimize topu attığımızı hatırlıyorum.Kahvaltıyı Beylerbeyi'nde,yok Hisar'da,hayır hayır Çengelköyde yapalım deyip atlıyoruz önümüze çıkan ilk İETT'ye.İtiraf ediyorum bu tarafı sadece deniz tarafından gezince pek bir yabancı hissediyorum kendimi.Zaten günboyu ellerimizde birkaç gün önce aldığımız gezi rehberimiz ve 15 saniyede bir  dalı-ağacı çektiğimiz fotoğraf makinemiz ile yeterli derecede yerli turist görünümü oluşturuyoruz.








                               








  Çengelköy durağında inip,deniz kenarında çay içilebilecek kuru bir cafe arayışlarımız başlıyor bu sefer de.Neyse ki fazla seçeneğimiz yok,birkaç yer eledikten sonra karşımıza Tarihi Çınaraltı Aile Bahçesi çıkıyor.Tabii ben bu güzellik karşısında hemen eriyorum.Buranın dikkatimi çeken özelliği şahane manzarası bir yana müşterilerin yiyeceklerini dışarıdan  getirebilmeleri (piknik usülü yani),fakat çalışanların hassas oldukları konu da su dahil hiçbir içeceğin dışarıdan getirilmemesi.Tabii bunu fırsat bilen Çınaraltının girişindeki 2 yanlı olarak börekçi ve pastane deli gibi iş yapıyorlar.Manyak mısın demeyin kafam farklı çalışıyor işte,aklıma bir soru geliyor,ee ben işletmeciyim napayım:STercihimizi (İtiraf2: Ben zorlamıştım herkesi) kısa bir duraksamadan sonra içerisinden harika kokular gelen börekçiden yana kullanıyoruz.Soğuk,açlık,harika kokular ve hatta açgözlülük derken sanırım biraz fazla abartıyoruz bu börek mevzuunu.






                               

                      





  











  Çınaraltına girince havaya rağmen kapalı kısımda oturmak istemiyoruz,hele de  böylesine güzel toprak ve deniz kokusu varken dışarıda.Kısmen kuru bir masa bulup,çayları söylediğimiz gibi böreklere yumuluyoruz(dışarıdan yiyecek getirip yemek biraz garip gelse de,diğer masaların üstündeki tepeleme simit ve börekler suçluluk hissetmemi hemencecik engelleyiveriyor).Manzarayı anlatmaya gerek yok zaten(yağmurlu bir boğaz manzarası deyip resimlere yönlendiriyorum).








                                                   







                             









                             

   Uzunca bir süre kaybediyoruz orada kendimizi,saati görünce ayaklanmamız gerektiği geliyor aklımıza.Buarada oraya giderseniz soldaki börekçi değil de sağdaki pastaneye bir girin derim.Her ne kadar orası hakkında bi fikre sahip değilsem de, eğer yağlı yiyecekler midenize dokunuyorsa börekçiyi pek de tavsiye etmem.









                              













                              


                             










                  




        











                                          







   Unutmadan!:

1-Yüklediğim fotoların bir kısmını Wiss'in öğretileri eşliğinde ben çekmiştim,biraz acemice ama ilk deneyim işte,olur öyle:) Teşekkürler Wiss!...


 2: Gastronominin 3part halinde yayınlanması planlanmıştır,sonra efendim 'bunun başı yok sonu yok' demeyin ki zaten son olan üçüncü partı henüz yayınlanmadım:))